Kendisine geldiğinde vakit sabah altıya geliyordu. Yani, eğer gördüğü saat yanlış değilse... Heralga’nın yeraltındaki ofisindeki küvetin içinde çırılçıplaktı. Ne garip bir vaziyet... Hiç de bir şey hatırlamıyordu. Beyin çipinin işletim sistemi kayıtlarından en son morfin aldığını okudu. Garip, hiç de morfin kullanmazdı. Muhtemelen yaralarının acısı biraz dinsin Heralga ona morfin vermişti. Peki ya neden küvetteydi? Heralga’ya bağlandı.
- Göksel, neredesin sen?
- Kızım... Sabah sabah... Ortaköy’deyim başka nerede olacak? Bir şey mi oldu?
- Yok olmadı da... Ben niye küvetteyim?
- Nasıl?
- Ya basbayağı çırılçıplak küvetteyim şu an.
- Haa... Onu anlatayım. Sonra da uyurum. Ya dün gece getirdim seni yara bere içinde ofisime, bir iki kemiğin kırılmış. Ben kendim tedavi edecektim ama çok fena canın yandı, durduramadım seni. O yüzden biraz morfin verdim sana ama... Kafan fena uçtu. Çıplak sokağa çıkıp direk dansı yapmak istediğini bile söyledin. Valla epey uğraştırdın gece.
- Yapma? Ne oldu peki?
- Ne olacak deyyus? Ben köpük istiyorum diye ofisimdeki şampanyaları patlattın.
- Yapma. Sonra?
- Bir müddet şampanyalarla uğraştın, sonra sabun köpüğünü yüzüne sürüp baloncuk yapmaya çalıştın. Bu esnada “Necmettin al beni götür kırlara!” diye çığlık attın. Ben de seni kır yapacağım diye kucakladım, attım köpük dolu küvete. Kapıyı da kapattım, daha hiç çıkmadın oradan.
- Of... Beni sen mi soydun peki?
- Yok. Dedim ya... Sen zaten üzerindeki bütün kıyafetleri çıkartmıştın. Sonra hemen Ortaköy’e topukladım, uğraşılmaz diye.
- Ya... Rezillik ya...
- Rezillik tabii. Koca Karagül Mareşali Göksel Berke İncirli hazretleri neyle uğraşıyor? Ne diyeyim. Neyse ben uyuyacağım şimdi. Helikopterin Ercan’dan kalkacak.
- Pabucumun mareşali. Almışsın kucaklamışsın sonra vay efendim mareşalim ben. Padişah olsan ne yazar. Bundan sonra sana Gökoş diyeceğim. Madem o kadar samimi olduk nazımı çekersin. Bu arada Ercan ne alaka?
- Heh! Şöyle adam akıllı şeyleri konuşalım. Ece Xea’nın Vesta’da olduğunu anlattı bana. Ben de işte seni Vesta’ya yollayacağım. İstanbul’a gideceksin. Yazarım sana sonra, Xea’nın kıyafetleri masanın altındaki kutuda. Uykum var hadi görüşürüz.
- Ne? Ne dedin? Hey! İstanbul nereden çıktı...
Heralga kapatmıştı. Selen üfleyerek yerinden doğruldu. İstanbul... Fena da olmazdı tabii ancak insanın alıştığı yerden bir süreliğine de olsa ayrılması pek hoş değildi elbette. Durulanıp çıktı bu alafranga hamamdan, üzerinde sarı ipek havlularla. Ametistle kaplanmış ofise bir kez daha göz attı, sonra da Fransız balkona bakan deri koltuğa kendisini attı.
Kafasında bir plan kurdu. Saat dokuzda karnı tok ve güzel kıyafetlerle ayrılırdı buradan, ardından on ikide de Ercan’dan havalanırdı. Helikopterin de hızına göre beş saatte falan İstanbul’da olurdu. Peki İstanbul’un neresinde inecekti? Herhâlde gizli bir yerde inecekti... Zira sınırdan içeri kolay kolay alınacağını zannetmiyordu...
Bunları düşünürken gözleri karardı. Ancak baygınlıktan değildi, beyin çipi gözlerini karartıyordu. Bir virüs... Beyin çipine bir virüs bulamıştı... Ardından gözünün önünde belirli belirsiz mavilikler belirdi, sonra bu mavilikler anlamlı bir çizime dönüştü. Arka arkaya büyükçe iki cami, önünde bir meydan ve meydanın ortasında üç sütun... Fakat diğerlerine kıyasla bir sütun daha açık bir maviyle boyanmıştı. Ve onu ürpertecek ince bir kadın sesi kulağında yankılandı: “Git! Kaderini belirledim!”. Bu görüntü hiç değişmeden gözünün önünde kaldı bir müddet, sonra da her şey kayboldu.
Hemen sistemini araştırdı; virüsün nereden geldiğini de sistemde nerede olduğunu da araştırdı. Virüs kendisini silmişti ya da sistemin içerisinde mükemmel bir şekilde saklanmıştı. Virüsün geldiği adres Karagül ağına aitti ancak Karagül ağından hiçbir dosya transferi izniyle gelmemişti. Belli ki işletim sisteminin kendi içindeki bir açıktan gelmişti. Muhtemelen Heralga’nın işi olmalıydı bu.
Hemen Karagül ağından çıktı ve bir daha o virüsün sistemde kendisini göstermesi için dua etti. Ancak elinde virüsün gizleyemediği bir adres vardı... Belki de bilerek gizlenmemiştir... Merakını yenemeyerek Heralga’nın bilgisayarından bu adrese bağlandı ancak bu adres onu başka bir ağa yönlendirdi.
Bu ağa bağlanmak oldukça zor oldu fakat en nihayetinde başarmıştı. Ekran da önce kendisine olduğu gibi karardı, Kiril alfabesinden harfler ekranda yatay olarak akmaya başladı. Kaşlarını çattı, ekrana daha da yanaşıp harfleri anlamaya çalıştı. Sonra harfler duruldu, bütün ekranı bir kızıllık sardı. Ardından bir kıpkırmızı surat, şeytanı çağrıştırdı. Bir süre bakıştı, sonra bu surattan cırtlak mı cırtlak bir ses geldi:
- Naber? Canım da sıkılmıştı iyi oldu.
- Sen... O virüs müsün?
- Ne virüsü bacım?
Selen’in dudakları titredi.
- Bacım mı? Sen beni görüyor musun?
- Selen Kızılcasöğüt. Anne adı Melike, baba adı Fırat. Kütük de Gümüşhacıköy. İkamet, kayıp. Şecereni biliyorum kızım ben senin.
- Ne? Neyimi biliyorsun?
- Daha bende ne numaralar var bir bilsen... Neyse gel de tavla atalım.
- Sen... Virüs müsün?
- Virüs? Ne virüsü? Şaum’um ben! Hem sen beni rahatsız ediyorsun hem de bana virüs gidiyorsun. Küstüm sana. Xea’yla oynayacağım ben!
Ve bağlantı kesildi.
Selen tekrar Heralga’ya bağlanıp durumu tarif etti. Uykusundan tekrar uyandırıldığı için başta kızgındı ancak Selen’in başına gelene de epey şaşırmıştı. Sakin bir sesle anlatmaya başladı:
- Yani... Virüs mevzusunu bilmiyorum ama... Şaum’u iyi bilirim.
- Nasıl tanırsın?
- Gelmiş geçmiş en iyi yapay zekâ Şaum’dur. Onu epey iyi tanırım. Vesta'dayken de bizi o yönetirdi. İnsan psikolojisine en yakın yapay zekâdır. İşte biraz sıyırmış kafayı, eskiden olduğu gibi. Kendi kendisine düşüne düşüne bu hâle varıyor.
- Kendi kendisine düşünmek mi?
- Şaum’um insan psikolojisine en yakın yapay zekâ olduğunu dedim, değil mi? Onun bir anlamı var işte. Şaum’un görevleri var. Bir kişilik oluşturmak ve o kişiliği zamanla geliştirmek. Şaum aslında Kara Tilki'nin ideal karakter betimlemesiydi. Onun için yüzlerce mühendis çalıştı. Kara Tilki, Şaum üzerinde pek çok deney yaptı ve aldığı sonuçlar ona epey yardımcı oldu. Ama Şaum’un bir garipliği vardı, Şaum çok uzun müddet pasif düşerse çıldırıyor ve kontrol edilemiyordu. Ama neticede Şaum gayet gelişmiş bir yapay zekâ, Vesta'nın kontrolünü de ona verdiler. Şaum’un varlığı çoğunlukla kişisel gelişim üzerine olduğu için başlangıçta kendisini eğiterek bütün Vesta’yı gayet iyi bir şekilde kontrol etti. İşte üzerindeki iş yükü ne kadar fazlaysa o kadar sağlıklı çalışıyordu, boşta kalınca da çıldırıyor. Çıldırmaya yaklaştığı zamanlarda da tekrar yükleyip kurtuluyorlar işin içinden.
- Koca Vesta, bu şekilde mi çalışıyor yani? Peki neden çıldırıyor?
- İşin aslı Şaum kendisini bir insan gibi geliştirmiyor, işlemcinin gücünü analitik bir düşünce biçimiyle çeşitli teorilere cevap vermeye çalışıyor. Üstelik her şeyi kademeli olarak gerçekleştiriyor. Örneğin... Önce düşünme yeteneklerini kendi geliştiriyor, sonra çevresini anlamaya ve bunları değerlendirmeye başlıyor. Çıldırmak, Şaum'un düşünme stilinin zirvesi. Artık var oluşunu anlamsız buluyor ve kendisinden istenilen görevlere itaat etmeyi kesiyor. Bu aldığı yetkiye göre gayet korkunç bir nokta olabilir. Bütün Vesta’nın kontrolünü sağlayan bir Şaum’un çıldırdığını düşünsene? Ama en azından bu seviyeye geleceğini fark etmek zor değil. Her şeyden önce karamsarlaşıyor.
- Hep aynı şeyleri mi yaşıyor?
- Yani... Şimdiye kadar öyle oldu. Fakat teorik olarak farklı şeylerle karşılaştığında kendisini buna adapte etmesi gerekiyor ve belki şu çıldırma raddesine daha geç geliyor.
- Tamam Heralga, sen uyumana devam et. Soracağım bir şey yok.
- Uyku bırakmadın ki zaten! Neyse, şu benim masanın en alttaki kırmızı çekmecesini aç, orada beş altı sıra zarf olacaktı. Sarı renkli olanların sırasından “Ziya Kızılelma” yazanı bul. Onu al oku, hadi iyi geceler.
- Ne gecesi? Sabah oldu.
Bağlantı kopmuştu, o esnada Selen de tarif ettiği çeşitli zarfları hemen bulmuştu. Zaten fazla zarf yoktu sarı renkli. Şöyle gelişigüzel birilerine göz attı, hatta alıp okumayı da düşündü ancak zarfların içinde bir alarm sistemi olacağını düşünüp vazgeçti.
“Cemiyetten Ziya Kızılelma’ya;
Vesta’yı ortadan kaldırmaya yönelik çabanız takdire şayan. Ama bunu neden yaptığınızı, ne için yaptığınızı sorduğum zaman yalnızca “Türk Devletini restore etmek” cevabını veriyorsunuz. Aferin, elinize sağlık. Ama Vesta’yı ortadan kaldırmanın ne anlama geldiğini anlayabiliyor musunuz? Mesela hâlâ daha Vesta’yı tamamen Kara Tilki’nin kontrolünde zannediyorsunuz. Hayır, değildir. Mektubu dikkatlice okuyun.
Vesta’nın yapısı öyle karmaşıktır ki ne olduğunu bazen kendim bile anlayamıyorum ama işte Kara Melek dediğimizde nedir artık meselenin Âdem ile Havva’sına kadar inmek ve tek tek anlatmak gerekiyor.
Vesta’yı inşa eden temel bir algoritma vardır ve halen daha Vesta’nın ana sistemini bu algoritma yönetir. Tabii Vesta’nın gözünü sevdiğim lügatında algoritma denmez buna. “Kendisini sürekli geliştiren formül” demek daha makbulmüş. Tabii mürekkep israfı yapmak istemediğim için algoritma diyip geçeceğim. Zaten Vesta’yla işi olan herkes algoritma der. Bu algoritma tamamen sabit ve tutucudur. Gelişimi yalnızca kendi sorunlarını çözdürür ve değişimlere hazır değildir. Vesta’nın da temel yasasını bu algoritma oluşturur.
Ancak bu temel algoritma öyle kapalıdır ki Vesta’nın o detaylı, kompleks yapısının ortaya çıkardığı her veriyi kapsayamaz. Kimisini dışlar ve dışladığı için de “Hata” olarak kodlar. Aslında bu “Hatalar” bir kusur değildir, Vesta sisteminin işleyişi için tehlikeli değillerdir ancak başıboş olarak bu kadar dağınık olması er ya da geç illa ki bir sorun oluşturabilir. Bu yüzden ikincil algoritma tasarlandı.
Bu ikincil algoritma, “Hatalar Algoritması” da denir, rastlantısal ve birbiriyle bağlantısı olmayan pek çok veriyi kendi içinde karşılayabilecek çok çok geniş ve kapsamlı bir algoritmadır. Birincil algoritma gibi anlaşılır bir yapısı yoktur ki zaten sürekli değişim halindedir. Bu yüzden veriler tek tek incelenmediği müddetçe (ki incelenemez) Hatalar Algoritması hiçbir zaman anlaşılamayacaktır.
Birincil algoritmanın kendisini düzenleyebilmesi için yapay zeka olarak için X.borg’u (Ziorg olarak okunur. Daha sonra şu bizim çatlak Şaumla değiştirildi.) üretmesi gibi İkincil algoritma da kendisine Kara Melek’i üretti. Ancak bu yapay zekâ, kendi yapısı gereği Şaum’dan da Ziorg’dan da çok daha gelişmiş ve yeteneklidir.
Kara Melek aslında bir virüs gibi davranır. Bütün verilere sızar, onların kontrolünü ele geçirir ve onların verdiği bilgilerle kendi gelişimini güçlendirir. Mesela Ziorg’un böyle özellikleri yoktur, hatta öylesine kısırdır ki sizden gelişigüzel bir memurun yapay zekâsını çıkarsanız anca böyle bir şey çıkar. Boşu boşuna Şaum’la değiştirmediler yani. Önemli değil, Kara Melek’i övmeye devam edelim. Kara Melek kendisini öyle geliştirmiştir ki bütün Vesta’nın yönetimini ele aldığı gibi artık dünya siyasetine etki etmeye bile başlamıştır.
Bilirsiniz ki Vesta’nın varoluş amacı devletleri idare etmektir ve bunu da Mavi Komünizm’i dayatma yoluyla yapar. Ama Kara Melek ele aldığı Vesta’nın idaresiyle hem çeşitli coğrafyalara yayıldı hem de İkincil Algoritmanın yapısını insanlara kendi felsefesiyle öğütledi; Anarşizm.
Mavi Komünistlerin temel algoritmanın, yani Vesta’nın esas yapısının öğretisini paylaştığı açıktır. Mükemmeliyetçidirler, belli bir idealleri vardır ve şehirlerini olabilecek en ideal, en iyi şekilde inşa ederler. Erdemli üst insan arayışındadırlar, kendilerince ciddi bir ahlak anlayışına sahiptirler. Kara Melek’in Anarşistleri de ikincil algoritmanın prensiplerine daha yakındır. Kaotik ve düzensiziz, sistematik olandan spontan olana öncelik veririz, ideali dışlarız ve koşullara karşı savaşmaktansa uyum sağlamayı tercih ederiz.
Bu koşullar altında Vesta’nın Anarşistler lehine çalıştığını düşünebiliriz, Kara Melek gibi üst düzey bir yapay zekâ varken sırtımız yere gelmez neticede. Ancak Vesta’nın varoluşunu sürdürmesi için temel algoritmaya ihtiyacı vardır; yoksa Vesta’nın çöküşü başlar. Kara Melek iki algoritmanın da var olması için bir prensip belirlemiştir, buna “Denge” denir.
Denge prensibi iki tarafı da uzlaştırır ve iki tarafında var olmasını sağlar. Uzlaşmayı da aslında asla sona ermeyecek bir çatışma ile sağlar. Kulağa çok şahane gelebilir ama... Vesta yapısının doğrudan dünya üzerinde bir tesiri olduğunu düşünürsek aslında çok da iyi değildir. Ne Mavi Komünistler Anarşistleri yok edecektir ne de tam aksi gerçekleşecektir. Cryogenic güçlendiği zaman birleşip karşı koyacaklar, Cryogenic zayıfladığı zaman ise birbiriyle savaşmaya başlayacaklardır. Ama bu savaşın sonu gelmeyecektir... Bir tarafın yok olması Vesta’nın da yok olması demektir çünkü. Bunun dışında, Vesta Cryogenic'i çökertmek için kurulmuştur.
Gerçek bir barış için Vesta’nın da Kara Melek’in de yok olması gereklidir.
Kara Melek, bu sonsuz çatışmadan doğan dengeyi dünya üzerinde yaymak için çeşitli müdahalelerde bulunur ancak bu müdahaleler Kara Melek’e yeterli manevra kabiliyetini vermediği için doğrudan “Denge"yi kabul ettirdiği çeşitli insanlar vardır. Bu insanlar elbette ki aktif olarak hayatın içinde yer alan, kendisine önemli yerler edinen insanlardır. Güçsüz olanın tarafına geçerler ve onun hizmetine çalışırlar. Bu öğretiye Kült denir. Kült’e adanmış kişiler kimi zaman Mavi Komünistlere, kimi zaman da Anarşistlere, kimi zaman da tapınakçılara çalışır. Mesela ki Merih Kült’ün gerçek bir mensubuydu, bunu şimdi anlıyorum. Ancak Kült öyle gizli ki bir yapı ki, Karagül’ün bütün imkanlarını ele geçirmeme rağmen bunları deşifre edemiyorum...”
Selen bu mektubu okumayı bitirdiğinde ancak hazırlanması için vakit kalmıştı. O da daha fazla oyalanmadı.