Lefkoşa Yeraltı’nda eşyalarını bırakmak için tabutluk kiraladı, biraz dinlendi ve kendi deyimiyle “cici” kıyafetlerini giydi. Silahlarını, bombalarını ve mekanik böceklerini hazırladı, ardından bir ağ bağlantısı bulup Hamza’ya hazır olduğunu bildirdi.

Bu lokantayı Kıbrıs’ta meşhur yapan şey yüksek bir yere kurulmuş olmasıydı. Yeraltı aslen bir hapishane olarak tasarlanmıştı ve rahatça gözetlenebilmesi için çukur şeklinde inşa edilmişti. Bu lokanta manzaraya hâkim olan nadir yerlerden birisiydi. Çevresi biraz ıssızdı ve gelip gitmek zordu ancak güzel bir içki eşliğinde rastgeleliğin inşa ettiği bir yeri izlemek insana bambaşka bir haz katıyordu.

Yamacı tırmanıp lokantaya girdiğinde gözleri kamaştı. Gözün görebileceği her yer pudra pembesinden neonlarla aydınlatılmış, her masa sarı beyaz çizgili örtülerle örtülmüştü. Sofralar da pek zengindi, öyle ki daha önce hiç görmediği mezeler bir an tuvale gelişigüzel dağılmış renkler gibi göründü ona.

Etrafı incelerken bir garson yanına gelip onu selamladı. Ayak üstü sohbet etti ve cam kenarı güzel bir masaya yerleştirdi. Manzaranın büyüsü onu da esir almıştı, insanla bütünleşmiş kaos ona sanki derin bir söz işitmiş gibi anlamlı görünüyordu. Tabii kendisini kaptırmışken yabancı aksanlı garson araya girdi.

Selen pek anlamadı, hızlıca geçiştirdi.

O ana kadar hiç sıkılmadan şen şakrak garsonun yüzü asıldı. Kolyesiyle anlamsızca oynadı ve başını başka bir yöne doğru çevirdi.

Hiç düşünmemişti bahanesini. Boş boş bakındı, sıklıkla da göz kırpıştırdı. Sonra yalan uydurunca da ayıp bir şey söyleyecekmiş gibi fısıldadı:

Esmer, muhtemelen de Gürcü olduğunu tahmin ettiği garson, sanki farklı bir anlam çıkarmış gibi yüzünü şekilden şekle soktu.

Adam gülümseyerek gitti, sonra da yirmi gram gümüşe tekabül eden bir parayla geri geldi. Hiç böyle bir şeyi beklemiyordu, şaşırarak sordu:

Selen adamın yalan söylediğini sezdi. Bir nedeni yok, sezgileri hararetle içine öylece doğmuştu sadece. Şüphe çekmemek için üstelemedi. Parayı da geri çevirdi ve garsonun ısrarları sonucunda hesaptan düşmesi için anlaştılar.

Böylece başından savdı herifi, artık manzarayı süzebilir ve bu güzel lokantanın nasıl canına okuyacağını düşünebilirdi. Etrafta bir kamera sistemi görünmediğine göre işi çok kolay olacaktı. Peki ya burayı boşu boşuna dağıtmış olursa? Eğer önemli bir şey olsaydı muhtemelen güzel bir koruma sistemi konmuş olurdu. O esnada daha kahvesi gelmeden Hamza girdi içeriye. Üzerindeki petrol rengi paltosuyla buranın şık ambiyansına hiç yakışmamıştı. Sağına soluna dahi bakmazsızın hemen Selen’in masasına oturdu, kendisine bir şarap söyledi.

Hamza garsondan şarap istedi ve bir dakikaya kalmadan masasına bir kadeh koydular. Kafasına dikti.

Hamza yüzünü ekşitti.

Masadan kalktı, Hamza’ya bir öpücük yolladı ve sallana sallana tuvalete girdi. Çantasında sakladığı gaz maskesini taktı, beyaz der, eldivenlerini giydi, yüzünü beyaz ekoseli yünle sardı. Vücudunun bir zerresinin bile fentanille temasa geçmemesi gerekiyordu. Vücudunda bu maddeyi temizleyen eklentiler olsa bile işini garantiye almalıydı.

Patlama sesini duyunca dışarı çıktı. En son o şen şakrak mekân sisler arasında kasavetli bir yere dönüşmüştü. İnsanlar masalara çökmüş, hırıltılarla nefes alıyordu. Kapıdaki güvenlikçiler artık Hamza’yı unutmuş insanları kurtarmanın derdine düşmüştü. Onlardan birisiyle göz göze geldi hatta lakin ortalık öylesine fenaydı ki Selen’i umursayacak hâlde bile değillerdi. Onlara fazla bulaşmadı ve üst kata tırmandı.

Üst kat da bomboştu ama muhtemelen havalandırmadaki sıkıntıdan dolayı üst katı fentanil sisi basmıştı. Burada havalandırma panelini gördü. Selen, içten gelen bir iyilikle havalandırmadaki bozukluğu düzeltip hızlıca havadaki fentanili temizledi.

Sessizce bu kattaki bütün odaları kontrol etti ve sunucuların bulunduğu odayı buldu. Muhtemelen tavernanın ağının işlediği bilgisayar buydu. Ancak böyle bir yer için fazla büyük bir bilgisayardı. İlgi çekiciydi. Bilgisayarın kasasını açtı, sabit diskini çıkarıp çantasında taşıdığı ufak bilgisayara bağladı. İşletim sisteminin kurulu olduğu sabit diske Hamza’nın virüsünü kurdu ve anakarta tekrar bağladı. Bütün veriler artık kendi beyin çipine indirilmek üzere hazırdı.

Hayal kırıklığına uğradı çünkü sistem büyük bir ağa bağlı değildi. En azından bir teselli, iyi bir günlük programıyla her gün aşağı yukarı kayıt altına alınmıştı. Göz attığı kadarıyla enteresan olan şeyler de vardı, ancak tek tek arayıp okumak da zor işti. En güzeli, bir program vasıtasıyla veritabanını filtrelemekti. Bunu da Hamza nasıl olsa yapardı. Hamza... Sahi ne olmuştu o adama? Kurtulmuş muydu? Hemen ona bağlandı.

Selen gülümsedi.