Heralga’dan ayrıldıktan sonra hemen Mağusa’ya döndü ve o ismi araştırmaya başladı: Ece Limanzade... Bu kadın niye kendisini o moruğa tavsiye etmişti şimdi? Neyini biliyordu, neyini tanıyordu da böyle büyük bir adama ismini vermişti? Acaba ortada bir karışıklık mı vardı? Buna pek pek ihtimal vermiyordu. Kendisinin de az da olsa bir tanınırlığı vardı, karıştırılacak birisi kesinlikle değildi.
En azından kafasındaki soruların belli kısmına cevap bulabilmek için tanıdığı bir “Hacker” ile buluşmaya karar verdi. Hiçbir şey olmasa bile en azından Ece’nin kim olduğunu öğrenir, Xea hakkında bir şeyler kapardı. Eğer Heralga’nın girmesi için şart koştuğu ameliyattan bir şeyler öğrenebilirse zamandan epey kâr etmiş olurdu. Bu ameliyatta donanımları ve eklentileri değişecekti. Gerçekten de gerekliydi, zaten parasını da Heralga veriyordu, ancak içinde geç kalırsa her şeyi kaçıracağına dair bir telaş vardı.
Çağırdığı adamla bir pasajın içindeki apartmanın çatısında buluşmak için anlaşmışlardı. İşin ne kadar ciddi olduğu henüz belli olmadığı için Selen her ihtimale karşın gizlice davranmayı tercih etmişti ve burası gizlenmek için şahane bir yerdi. Birincisi, pasajın parlak ışıkları ve hengâmenin arasında hiç dikkat çekmiyordu. İkincisi, burayı pasajda yaşayan gençler “yiyişmek” için kullandığından burada olmaları çok da abes görünmezdi. Mesela gidip kanalizasyonlarda da buluşabilirlerdi ancak neden orayı tercih ettiklerini ileride açıklaması gerekirse sıkıntı olabilirdi.
En sonunda beklediği de gelmişti. Her zaman olduğu gibi siyah trençkot ve güneş gözlüğü giymişti. Selen’e göre bu adam giyim tarzı konusunda hiç yaratıcı değildi, hatta ona göre yalnızca bir özentiydi ancak işini gördüğü sürece umurunda değildi.
Selen’in yanına oturdu ve kadına tırnak büyüklüğünde bir yonga uzattı.
- İşte... Aradıkların bunlar.
- Ooo Hamza... Koçum... Küs müyüz?
- Ne alaka?
- İnsan bir önden selam verir. Sonra “Selen” der, “Ne yaptın ne ettin?” der. Bir selam verir yani. Ama kasıntı abimiz ne yapıyor? “Eşte erediklerin bünler”.
- Soracağın bir soru yoksa ver de paramı gideyim.
- Ulan... Neyse bugünlük kızmayacağım. Hadi söyle canım cicim, var bu çipte?
- Şey.. Ece dediğin kadın hakkında...
- Eee?
- Çok az şey bulabildim. Yani, şüpheli geldi bu durum bana.
- Belki Kıbrıs’ta yenidir?
- Değil değil. Senden benden daha Kıbrıslı. Ailesi çok nüfuzlu bir aile, hatta dedesi Türkiye Cumhuriyeti’nin son politikacılarından. Karagül’ün sahip çıktığı bir aile o yüzden. Belli ki bir şekilde sildirmiş kendi kağıtlarını. O çok garip işte...
- Güzel. Peki bu kadının benle ne alakası var?
- Yok. Yani gördüğüm kadarıyla. Belli ki ismini duymuştur bir yerlerden.
- Nereden biliyorsa artık...
- Onu sen kendin araştırırsın. Ailesinin evini de buldum bu arada. Taşlıca’da bir yalı.
- Orası nere?
- Karpaz’da bir köy. Rumlar Neta diye bilir.
- Öh... Hiç de gidesim yok oralara.
- Muhtemelen kendisi de orada değil.
- Peki ya Melek?
- Melek? Ha bildim o kızı. O kolaydı ya. Galiba Kıbrıs’a sonradan gelmiş ama Karagül ile de epey içli dışlı olmuş. İşte bir süre Art Diktatör’de kalmış. Sonra da Lefkoşa Surlariçi’nde görülmüş, en son da Ortaköy’de.
- Eee? Bu mu yani? Onu ben de öğrenirdim.
- Aslında... Art Diktatör’de bir arkadaş edinmiş galiba kendisine, o garip bir tip. Görünürde bir sıradan bir barmen...
- Ama geceleri suçla savaşan bir süper kahraman.
- Ne?
- Neyse... Devam et kuzum dinliyorum seni.
Adam derin bir nefes aldı:
- Barmen olmasının yanısıra tapınağa mensup. Orada kopuyor ip. Tapınaktaki rolü, görevi ne bilmiyorum. Büyük ihtimal çalıştığı yer de tapınakla ilişkilidir. Ama doğrusunu istersen, Ece gibi onun da hakkında pek bir şey yok.
- Tüh... Bu kadar yani hepsi?
- Aslında dahası var. Merih, daha sonra buradan ayrılıyor ve bayağı şaşalı bir lokantada işe giriyor. O çalıştığı bar tapınakçılara ait olmasa bile bu lokantadakiler muhakkak tapınakçıdır. Çünkü bardan tapınakçı olduğu anlaşılıp çıkmış olabilir ancak onu alanlar epey dikkatli olur. Lefkoşa’da epey dikkatli davranıyorlar bu mevzularda. Eğer o lokantanın ağına sızabilirsek, epey bir şey öğrenebiliriz o kadın hakkında.
- Gidip kendisini bulsak?
- Kadın Sardunya adasında.
- Orası nerede? İtalya değil mi orası çift toynaklım?
- Aynen. Degli Liberta komünlerine katılmış. Ne alakası varsa. Daha da dönmemiş. O yüzden lokantanın ağına sızmaktan başka bir çaremiz yok.
- İsmi ne?
- Tamam, nasıl sızacağız lokantanın ağına?
- Taşınabilir bir işletim sistemine birkaç kod ekleyebilirim, sabit diske erişince o ihtiyacımız olan ne varsa çalmış oluruz. Hatta hiç uğraşmaya gerek yok. Sabit diskteki işletim sisteminin içine bir casus yazılım yerleştiririm, sisteme istediğimiz gibi erişiriz; üstüne de o lokantayla bağlantıda kalmış olurum.
- Güzel fikir. Git yap madem.
- Yoo... Hiç uğraşmam, sen gidip halledersin.
- Yok öyle yağ mağ. Beraber gideceğiz. Nerede bu lokanta?
- Tamam öyle olsun. Lefkoşa’da. Yeri tarif ederim.
- İş bitince de parayı veririm sana o zaman.
- O önemli değil, eğer lokantanın ağına girebilirsen para falan istemem senden.
Selen adamın eline yolluk niyetine azıcık para verdi. Lokantada ne yapacaklarına dair biraz plan yaptıktan sonra tekrar Lefkoşa’da buluşmak üzere ayrıldılar.