Helikopter süzülerek Beşparmak dağlarının Anadolu’ya bakan yamacına indiğinde Selen basınç değişiminden hemen uyandı. Kendisine gelir gelmez helikopterden inip çevreyi süzdü. Zifiri karanlık dışında hiçbir şey yoktu, sadece rüzgarın o haşin uğultusu ve uzaktaki köyün cılız ışıkları görünüyordu. İç çekerek etrafını izledi. Ani bir çakmak sesi duydu, helikopterin öbür tarafına geçince yanan bir noktayla karşılaştı. Uyku sersemi ne olduğunu anlayamadı, sonra pilotun kendisine sigara molası verdiğini gördü.

Siyahi pilotun içinden “Sana ne?” demek geçti ama yine de kadını kırmadı.

Adam sigarasından bir fırt çekip düşündü.

Pilotun sigarası bittiğinde yolun bir kısmına eşlik etti, geri kalan kısmı da tarif etti. Kadın da tarifin kuvvetiyle eliyle koymuş gibi oteli buldu. Yatağı pek rahattı, hemen uyudu. Normalde tabutluk otellerinde kalırdı. Bu tabutluklar hem basık hem de rahatsızdı belki ama en azından birkaç maddeyle beraber o küçücük delikte mutlu saatler geçirebiliyordu.

Sabah uyandığında huzurluydu. İşkencesi bitmiş ve güzel bir yerde uyanmıştı. Üstelik uzun süredir yalnız kalma fırsatı bulmamıştı .İnsanların bitmeyen uğultuları yoktu, yalnızca içinde kaybolduğu yumuşacık yatağı ve baktıkça için ferahlık veren güneş ışığı vardı. Güzelce yıkandı, yalnız yıkanma fırsatını bulması pek kolay değildi. Kimsenin onu taciz edemeyeceğini, başkalarını rahatsız etmeyeceğini bilmek bir yana, kalabalığın hırgürü yoktu. En güzeli de oydu.

O sabah odasından çıkmadı, normalde uyanınca ilk işi koşarak kahvaltıya inmek ve sonrasında aylak aylak sokaklarda gezinmek olurdu. Ama mahremiyet içerisindeki huzurlu dakikalarına bu kadar çabuk kıymak istemedi. Onun yerine camın kenarına geçti ve manzarayı izledi. Şarap kadar koyu deniz ve beyaz sema, çok uzaklardaki dağlara kadar ayırıyordu bu adayı. Bu manzara ona Kıbrıs’a ilk geldiği zamanları anımsatmıştı. Her Türkiyeli gibi Girne limanından gelmişti ve güzelliğini görünce burada mutlu olacağına inanmıştı. Ama Afrodit’in şirin toprakları sonrasında ona zindan olmuş ve bir gün kaçıp kurtulmanın hayalini kurmuştu hep.

En azından hürdü. Ufuktaki dağlar kadar özgürdü hem de. Kim bilir, belki adadan ayrılmazdı da rengarenk sarmaşıkların arasında yeşil panjurlu şirin bir Kıbrıs evi alırdı kendisine...

Tam hayal kurmaya başlayacaktı ki kapının saygısız gıcırtısı kulağına ilişti. Heralga kapıyı aralamış kendisine bakıyordu. İçeri davet etti, karşısına oturttu. Uzunca bir süre konuşmadılar, Heralga’nın da tavrı epey garipti aslında. Çekindiği bir şey diyecekmiş gibi nasıl lafa bilemiyor gibi bir hâli vardı. Denizin manzarasından pek etkilenmişti... Acaba kanındaki Kutsal Virüs’ün tesiri azalmış mıydı?

İlk kez başka bir insanın ses tonundan keyif alıyordu sanki Heralga. Uzun zamandır böyle bir hisse iştirak etmemişti.

Selen kendisine özgü vahşi bir gülümseme takınmıştı.

Heralga bir an kızacaktı ki, söylediğinin ne kadar anlamsız göründüğünü fark etti. Sohbetin ciddiyetini toparlamaya çalıştı.

Doğruldu, kıyafetini topladı.

Selen adamın çok alay kaldırmayacağına hükmedince daha uzatmayıp anlatacaklarını kafasında topladı. Nereden başlamalıydı? Aklına ilk gelen yoldan girdi anlatmaya:

Bir oh çekti, uzun zamandır bu lafları anlatacak birisini arıyordu.

Kızın yüz ifadesi öfkeliydi, ama gözünden akan iki damla yaşı görünce Heralga ne diyeceğini bilemedi. Diğer yandan da kızın bütün her şeyi böyle kolayca anlatmasına şaşırmıştı içten içe.

Kıkırdadı, onunla beraber gülmesini bekledi ancak Heralga’dan bir tepki gelmeyince söylendi.

Heralga ceketinin iç cebinden bir fotoğraf çıkartıp Selen’e uzattı.

Selen kıkırdadı.

Bu sefer Heralga da ufak bir tebessüm etti. Sonrasında Selen Heralga’ya dışarıda kahvaltı teklif etti. Madem ki güzel odada kalmak olmaz diye düşündü. Çıktılar, İngilizlerin pek sevdiği Huzurağaç’ın altında manzarayı kesen güzel bir masa buldular. Heralga, Selen’le sohbet ettikçe göründüğünden, daha doğrusu kendisini gösterdiğinden, daha derinlikli ve aklı başında birisi olduğuna kanaat etti. Ama bunu bir çeşit gamsızlık ve patavatsızlıkla maskelemeyi başarmıştı.

Bellapais de gözüne bugün daha bir hoş gelmişti. Anlatacak hikayeleri olan sarı evler, kum renkli manastırın eteklerine sığınmış bir de rengarenk bitkilerden mürekkep bir tüle saklanmıştı. Hayranlıkla bu köye bakarken, bir anda ne olduğunu anlamıştı.