Siyah saçlı kadın işkence sandalyesine latekslerle bağlanmış ona yapılacak bir sonraki eziyeti bekliyordu. Öyle berbat bir mekanizma kurulmuştu ki ayak parmağını oynatsa dahi vücuduna elektrik boşalıyor ve en sonunda kendisini acı içerisinde kıvranırken buluyordu. Aynı mekanizma fazla bir şey düşünmesine de izin vermiyordu. Beyin dalgaları belli bir frekansın üzerine çıkarsa yine şoklanırdı. Tabii durdurması mümkün olmadığından çeşitli şoklar hiç eksik olmuyordu.
Nasıl olmuştu da buraya düşmüştü? Vücuduna verilen psikoaktif maddeler yüzünden zihni iyiden iyiye bulanmıştı ancak yine de bazı detayları, elbette bir miktar acı eşliğinde, hatırlayabiliyordu. Birilerini aleve vermişti... Sonra da birileri onu yaka paça zapt etmişti ve birileriş de onu buraya getirmişti.
Anın stresi yetmiyormuş gibi de başında yarasa gibi dolaşan bir işkenceci vardı. Durmadan bir şeyler anlatıyordu anlatmasına da onu dinleyecek takati kalmamıştı. Garip biriydi bu işkenceci. Gerçi ömründe kaç tane işkenceci görmüştü ki zaten? Ama bir türlü işkencesine başlamaması ona garip gelmişti. Vakit geçiyor, durmadan bir şeyler anlatıyor ancak yapması gerekeni bir türlü yapmıyordu.
- Bu lateksin ne işe yaradığını biliyor musun? Sıradan bir lateks değil, aslında lateks formunda farklı bir kumaş. Bu lateks senin damarına sızan maddeyle iletişime geçmemi sağlıyor. Böylece bilgisayardan senin bilincine istediğim mesajı iletmemi sağlıyor. (Elinde tuttuğu tüpü göstererek) Bak... İşte o madde. Leylak rengi oldukça şık bir şey. Ama bu lateksin bir görevi daha var, merak ediyor musun?
Selen hemen acıyla çığlık attı. Bu farklı bir acıydı, ne elektrik acısı ne de farklı bir şey, bir anda yoktan var olan garip bir acıydı. İşkencecisi olan kadın onun kıvranışını görünce sessizce güldü. Neden sonra kendisini tutamayıp kahkahalar savurdu.
- Bir bilsen Selen... İnsanın kalbi nasıl taşlaşıyor şurada. İlk başladığım zamanlar nasıl da korkardım. Geceleri durmadan ağladım, kabuslarımda işkenceye dayanamayarak ölen insanları gördüm... Yemek bile yiyemedim günlerce... Ama insan alışıyor. Öyle bir alışma ki... Bundan keyif almaya başladım artık. Kadın veyahut erkek, o sandalyede oturan birisini izlemek... İtiraf edeyim, gayet erotik aslında. Düşünsene; karşında çaresiz, savunmasız ve zayıf birisini izliyorsun... Ben de o sandalyede bir gün oturmak isterdim...
Diğer elinde taşıdığı kutudan, temiz ve parlak bir kumaş çıkartıp Selen’in gözlerini bağladı. Genç kadının dudakları titredi, iyice gerildi. Sonra boynunda bir sızı hissetti, ardından o sızının olduğu noktadan bütün vücuduna bir sıcaklık yayıldı. Muhtemelen şırıngayla o elinde gösterdiği maddeyi enjekte etmişti. Şimdi de elinin tersiyle Selen’in yanağını okşuyordu:
- Şu an o kadar güzelsin ki Selen, galiba aşık oluyorum. Şu an seninle daha neler yapmak geçiyor içimden bir bilsen...
Cevap vermedi, işkencecisi de başından ayrıldı. Yere vuran topuk seslerini duydu, devamında kapının gıcırtıyla kapandığını da kilitlendiğini de... Nihayet yalnızdı. İşkencecisinin ismini o an hatırladı, Asya. Hatta onunla daha önce alakasız bir yerde sohbet ettiğini de aklına getirdi. Kısa bir sohbet, yol tarifi gibi bir şey. Ama şu an neredeyse bir sapık olarak tekrar karşısına çıkmıştı. Ne garip şeydi şu hayat!
Zihninde bir şimşek çaktı, bütün düşüncelerine “Sus!” dercesine. Ardı kesilmedi, ani parıltılar sürmeye devam etti. Birden bütün hepsi söndü, uzun bir süre de hiçbir şey olmadı.
Bu esnada Asya kahvesini pişirmiş, keyfini çıkara çıkara içmiş ve kendisine fal bile bakmıştı. Önden yolladığı bu sinyaller Selen’e soyutlandığını hissettirmek içindi. Zavallı kadın telaşlansın, tedirgin olsun, yıpransın diye... Madde vücudunda yayıldıkça aynı şekilde hiçliğe karşı biraz daha hassaslaşıyor, hatta hiçlik daha ürkütücü görünüyordu.
Asya molasını bitirince onu Selen’in zihnine bağlayacak kaskını taktı. Selen’in zihninde her yer bembeyaz oldu ve Asya’nın sesi yankılandı.
- Bu bir sanat, sevgilim.
Asya’nın sesinden sonra o beyazlığın içinden kopup gelen bir bedene denk geldi. Onu gibi görünüyor, onu taklit ediyordu. Ona dokundu, kendisine dokunduğunu hissetti. Dudaklarına dokundu, kendi dudaklarına dokunuluyormuş gibi keyif aldı. Sonra sarıldı o bedene, sıkı sıkı. İhtiyacı vardı. Kendini o bedenden çekince iğrenç bir yaratığa dönüştüğü gördü kendi zarif bedeninin. Hemen bir yumruk savurdu ama kendi canı yandı. Ayrılmak isteyince de kurtulamadı bu hortlaktan. Hortlak, emerek sömürdü. Ondan kurtulmak için de boğazına sarıldı, kendisi nefessiz kaldı. Bu hortlak kara basan gibi çökmüştü üstüne. Kurtulmaya çalıştıkça daha da yapışıyor, onu hırpalıyordu. Nihayetin yorgun düşünce o çirkin mahlukata teslim oldu.
- İnsan huzursuz hallerinde kendi kişiliğini aşık ve maşuk olarak ikiye ayırır derler. Bebek kendi parmağını emdiği andan itibaren bu aşık maşuk tiyatrosu da başlarmış...
Her şey karardı. İğrenç yaratık kaybolmuştu. Rahatladı, sanki kan ter içinde kalmış da hafif bir meltem terini kurutuyormuş gibi ferah bir his duydu. Sonra o ferahlama da kesildi, fazla geçmeden kendisini bir asansörün içinde buluverdi. Asansör yukarı doğru yavaş yavaş hareketlendi, sonra hızlandı ve en sonunda tavana çakıldı. Selen bütün kemiklerinin en ufak olduğu zaman ki acıyı hissetti. Sonra hiçbir şey olmamış gibi sahne tekrar başa sardı, tekrar asansör yukarı doğru tırmandı ve hızla tavana çakılarak Selen’e yine acıyı tattırdı. Düşündü, eskiden işkencelerde bir kemik kırılınca en azından o acıyı tekrar çekmezdi insan. Şu an ise acıyı en ağırından çektiği yetmiyormuş gibi tekrar acı çekiyordu. Bu mu daha iyiydi öbürü mü? Bilemedi.
Bu senaryoyu birkaç kez yaşayınca en son “Kurtulabilirsin” şeklinde bir yazı gördü. Asansör çakılmadan önceki katta kapı açıktı ve oradan kaçıp kurtuldu.
- Gündelik hatalarından dolayı çok fazla suçlanan insanlar bunun gibi asansör rüyaları görür, çünkü kontrolsüzlük rüyalarıdır. Asansöre girdiğin zaman bir kabinin içerisinde hiçbir yere kaçamazsın, asansörün durması gereken yerde bir türlü duramadığını görürsün. Ama o asansör gider, sonsuza kadar gider. Benim sık gördüğüm rüyalardı bu asansör rüyaları. Ancak ben bunu biraz değiştirdim, gördüğün şekilde... Nasıl? Sevdin mi?
Asansördeki çıkmaz çıkmaz kendisini bir dişçi koltuğunda buldu. Dişçi onu koltuğa bağlamış ve pis bir kahkaha ile eziyetlerini yapmıştı.. Dişlerini sökmüş, çenesini dağıtmış ve iğnesiyle ağzını delik deşik etmişti. Dişçiye baktığı zaman o kavga ettiği yaratığı gördü, o sadistçe eğlenceleriyle onun ağzını paramparça ederken sanki gerçekmiş gibi Selen bütün güzelliğinin bozulduğunu hissediyordu.
- Dişçi fobisinin nedeni aslında gayet psikolojik. Ağız, kişinin en mahrem yeridir. Kendi parçasıdır ve güvenlik hissi ilk buradan aşılanır. Anneyle bağlantının kurulduğu en önemli yerdir. Ağız yapısının parçalanması, aslında güvenlik hissinin de parçalanmasıdır.
Böyle bir kaç sahne daha geçti, her sahnede geriliyor ve acıyı biraz daha kuvvetli hissediyordu. Ancak bu tamamen kesintisiz bir eziyet olarak sürmüyordu, tam acıya alıştığı zaman bir şekilde rahatlatılıyor ve dinlendiriliyordu. Peki neden? Acıya alışmaması için elbette.
Birden durdu, ani bir kesintiyle. Ne olduğunu anlamadı, bunun sahnelerin genel akışıyla hiçbir alakası da yoktu. Acaba bu da işkencenin bir parçası mıydı? Neden sonra vücudunu saran lateks sıyrıldı, bağları çözüldü ve gözleri ışıktan kamaştı. Gerçekliğin içindeydi içinde olmasına da... Karşısında zebellah gibi uzun boylu bir adam duruyordu.
-Ben Heralga. Sana verecek bir işim var.
Hırsla baktı ona, içinden nice şey geçti anlatamayacağı. Minnettarlık mı duysaydı yoksa küfürler mi savursaydı bilmiyordu ancak gözlerindeki öfke volkan camı gibi parlamıştı. Kollarını çıplak göğüslerinin üzerinde kavuşturdu.
- Ne istiyorsun?
- Dediğim gibi, bir iş. Ufak bir dedektiflik oyunu diyelim biz ona. Kıbrıs üzerinde pek çok bağlantın olduğunu biliyoruz, bu yüzden bu işi kotaracak nadir kişilerden birisi de sensin. Eğer kabul etmezsen bir şey kaybetmem, şu sandalyede cezanı çekmeye devam eder ve beni de unutursun.
Başını kaldırmaya çalıştı ancak ruhen öyle yıpranmıştı ki hiç cevap verebilecek gibi değildi. Yalnızca ağzından kesik bir “Evet” çıktı, biraz üsteleyince kabul ettiği anlaşılmıştı. Sonra Heralga arkasından dönüp gidecekken Selen, o hâlde kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle adamı kolundan tutup kendisine çekti.
- Kazancım ne olacak?
- İşe başlamadan önce şu gazoz kapağından hallice eklentilerini kaliteli donanımlarla değiştireceğiz, işi bitirince de on kilo saf altın alırsın. Kabul?
- İşi anlat.
- Şimdi değil. Önce üstüne bir şeyler giyin, buradan çıkınca seni bir köye götürecekler. Dinleneceksin. Tabutluğundaki eşyaların da orada, otele uğramana gerek yok.
Ardından adam odadan çıkıp gitti, birkaç dakika sonra da Asya kendisine bir bornoz uzattı.
- Al giy bunu. Sonra sana güzel bir kahve yaparız. Hatta istersen çay da demleyebiliriz sana. Sonra yola çıkarsın. Hem dinlenmiş olursun, epey yorulmuşsundur.
Selen’in içinden minnettarlık geçti. İçinden teşekkür etmek, hatta kadının ayaklarına sarılmak istedi. Hatta ona sarılıp ağlayacaktı ki kendisine geldi, neticede Heralga onu kendi koruması altına almamış mıydı? Bu kadar ezileceğine ona karşı büyüklenerek konuşmayı tercih etti.
- Mersi.. Ne dedi fica bey hakkımda?
- Heralga mı?
- Evet.
- İyi davranın dedi. Biraz ısınsın, kendine gelsin dedi işte.
Selen Asya’yı kendisine doğru çekti ve dudaklarını yaklaştırdı. Ardından fısıldadı:
- Öpecek misin koklayacak mısın ne istiyorsan yap bakalım.
Asya kıpırdanmadı bile, kadının tepkisine epey şaşırmıştı. Latekslerinden yeni kurtulan kadın dudaklarını biraz daha yaklaştırdı tam Asya gerçekten de öpüşeceğini zannederken Selen’den sert bir tokat yedi. Selen’in içinden onu orada paramparça etmek de geçmişti, hakkı da sayılırdı ama bir şey demeden o işkence odasını terk etti. Selen'in yıpranmışlığı bir an ruhunu ele geçirdi, sinir içinde ağladığını o binadaki herkes duymuştu.