Gösterişli Dereboyu Caddesi hareketli bir akşama daha hazırlanıyordu. Bu rengarenk müesseselerin garsonları, ahçıları ve diğer çalışanları asker misali bir disiplinle oradan oraya koşuşturuyordu. Dikkatli olmaları gerekirdi zira en ufak hatalarının affı yoktu, işlerini kaybedip yeraltı hayatına dönmeleri gerekirdi. Aslında yeraltı hayatında pek bir şey yoktu ancak bu zavallı hizmetkârlar öyle korkutulmuştu ki yeraltında çalışmaya cesaretleri yoktu, kusursuzluklar dünyasında çürüyüp yok olmaya razılardı.
Bu kusursuz caddesinin buralarda pek benzeri yoktu. Her şey şahaneydi. Müşteriler, garsonlar, çalışanlar... Öyle şahanelerdi ki konuşmalarında, kıyafetlerinde veyahut tavırlarında hiçbir kusur yoktu. Ancak tanrıların katından inmiş gibi görünen bu yüce insanların dünyası öyle küçük ve monotondu ki yaşantıları küçük bir fanusun içinde dönüp duran Japon balıklarına benzerdi. Hep aynı şeyleri yer, hep aynı şeyleri konuşur ve her gün aynı şeyleri yapıp dururlardı. Bu yüzden aslında yaşantıları onları hiç tatmin etmiyordu, belli ki tatmin de olamayacaklardı çünkü kendi hallerinin farkına varamayacak kadar uyuşmuşlardı.
Bu caddeye insanlar nasıl geliyordu? Parası olan özel helikopterleriyle geliyordu. Karagül’den sonra yollar hem harabe hem de tehlikeli olduğundan hemen hemen her zenginin bir helikoperi vardı. Peki ya işçiler? Onlar yeraltındaki mütevazı “Köşklüçiftlik” isimli duraktan gelirdi. Yük vagonlarıyla işçiler Mağusa’dan gelir, sonra da sabahın ilk ışıklarıyla da geri dönerlerdi. Xea da orada, karanlıkların içerisinde gizlenerek Heralga’yı bekledi. İnsanları izledi, Kıbrıs’ın her bir zerresine sirayet etmiş ikiliğinin öbür tarafını gördü. Özgür insanların karşısındaki esirler... Nicesi... Sıra sıra... Beklemekten çok da hoşlanmadığına karar verdi. Somutluğun renklerini gördükçe bir yerde atıl ve sabit kalmak artık onda bir şeyleri kaçırdığı hissini veriyordu.
Onu yoran şey beklemek de değildi. Yeraltıydı. Yeraltı onun için sadece yeraltı değildi. Rutubetli havası bile ona Merih’i hatırlatıyordu. Son zamanlarında çok mu merhametsiz davranmıştı biçareye? Onu kendi deliğine terk edip gittiği gerçeği, yeraltının havasını soludukça yüreğine diken gibi saplanıyordu.
Heralga’yı görünce bu yüzden sevindi, kendisini o duygulardan alıp çıkarttığı için. Bir anda bir şeyden konuyu açıyordu ve kafası bambaşka yerlere gidiyordu. İçini sarmış olan o ağırlıktan böyle kurtuluyordu. Gerçi adamın ne anlattığını pek de dinlemiyordu. Sadece onun tavırlarındaki mükemelliğe odaklanıyordu. Kendisini tiyatrodaymış gibi olağanüstü bir gerçekçilikle ifade ediyor, ona göre davranıyordu. Belki şu hastalıkla alakalıdır. Kutsal Virüs insanı hislerinden ayıklayarak insanı yapması gerekene yönlendiriyordu. Böylece kişiyi mükemmelleştiriyordu. Peki ya ne için? Yani bu virüs yayılırsa ne geçerdi hiyerarşinin eline? Sonra uyandı sorunun cevabına, kusursuz hizmetkârlar elde edecekti elbette. Kusursuz ancak hizmetkârlara gerekiyordu. Heralga da bir hizmetkâr değil miydi nihayetinde? Belki hiyerarşinin tarafına değil, ancak kendi inşa ettiği örgüte hizmet ediyordu.
- Ahır gönderseymiş...
Heralga’nın homurtusunu duyunca başını kaldırdı. Tren gelmişti. Paslı ve sevimsiz bir tren... Heralga kapıyı sertçe ittirince basamakları tırmanıp içeri girince tren ağır ağır hareketlendi. İçeride oturacak bir yer yoktu, yalnızca çeşit çeşit yükler vardı. Xea da sağlamlığından emin olduğu bir kolinin tepesine tırmanıp oturdu. Tren gürültüyle sarsılmasına rağmen pek hızlı değildi. Vurgulamak lazım, gerçekten gürültülüydü. Üstelik ne hikmetse bütün gürültüsü içeri patlıyordu. Heralga’yı huysuz etti bu rezillik. Yanlış vagona mı binmişlerdi acaba?
Bir süre Heralga sinirinden Xea da şokundan bir şey diyemedi. Saniye saniye delikten sızan ışıklarla bozulan karanlığın içinde öylece oturdular. Xea yine düşüncelerine döndü... Ama bu sefer Heralga'nın gözlerini düşündü. Böyle bir anda bile Heralga'nın o karanlığın ortasında güneş gözlüklerini takması tuhaftı. Güneş gözlüğü de denemez. Göz çukurunu kapatan kırmızı camlar... Neden sürekli bu camları taktığını bu sefer epey merak etti..
- Neden hep gözleri kapatıyorsun?
Heralga dalgınca cevap verdi:
- Kazmalıktandır.
- Yok yani... Gözündeki güneş gözlüğü değil mi? Güneş gözlüğünü neden sürekli takıyorsun ki? Şu an ne faydası var?
- Aslında çok faydası var. Mesela bu camlar sayesinde kızılötesi ışınları görüyorum. Açıyorum bir kızılötesi feneri etrafa tutuyorum. Beni kimse göremiyor ama ben fener ışığının gittiği her yeri görüyorum.
- Peki ya şu an? Kullanıyor musun kızılötesi feneri?
- Hayır.
- Öyleyse?
- Fazla kurcalama kızım işte. Bir nedeni var ki takıyoruz.
- İşte o nedeni merak ediyorum.
Anlatmaya üşendi, camları çıkarttı. Tuhaf ve ürkünç bir sahneydi. Gözlerinin yerinde hareketli, hologram gibi şeritler vardı. Bir süre incelemeye çalıştı. Her siborgda biraz biraz olan göz parlaması Heralga’da da olduğundan hemen gözleri kamaştı, fazla inceleyemedi.
- Bu ne ya?
Heralga gözlerini tekrar camlarla kapattı ve muzipçe güldü.
- Geçti mi merakın?
- Neydi bu?
- Yıllar önce göz protezleri bu kadar gelişmiş değildi. Bilirsin ya.
- Değiştiremiyor musun?
- Değiştiremem.
- Neden peki?
- Boş ver, anlatması zor şeyler bunlar. Bırak da bu da bilmediğin bir sır olarak kalsın.
- Açıklayabilirsin bence bana... Normal bir insan değilim ki ben? Pek çok insandan farklıyım.
- Zaten bundan dolayı.
- Bari bir ipucu ver.
- Pes etmeyeceksin değil mi? Tamam ipucu geliyor... Ben de senin gibiyim.
- Kadın mısın aslında?
- Yok be... Yok be... Ebleh kız. Bir rahimden değil bir kabinden çıktım. O zamanın teknolojisi gereği protezlerim değişmeyecek şekilde tasarlandı. Bu bir sır olarak kalsın. Ya da kalmasın, zaten hakkımda dünya kadar söylenti var.
Xea'nın soracak soruları vardı ancak tren öyle bir gürültüyle yankılandı ki birbirlerinin sesini dahi duyamadılar. Gürültü dindiğinde ise varmaları gereken yere vardıklarından soracağı sorular uçtu gitti.
Mesarya’da olmak 2084 yılı için çok farklı bir histi. Yeryüzünün kalabalığı gökyüzüne göç etmiş ve yeryüzünde kadife gibi parlayan buğday tarlaları ile birkaç ev kalmıştı. Hepsi bu kadar. Boşluk... Xea’nın cennetiydi. O ilk doğduğu andan itibaren her tarafta iç içe girmiş bir karmaşa görmüştü sadece. Her yerde insan görmüştü, ışıklı tabelalarla karşılaşmıştı, kesintisiz bir uğultuyu duymuştu. İster istemez gözünden bir yaş döküldü, böyle bir huzur onda çok güçlü hisler yaratmıştı.
Xea her şeyi unutup Dolunay'ın ışığından kaçıp gökyüzüne serilmiş sayısız yıldıza incelerken Heralga da LoRa ile Beşparmak’ın eteğindeki dağ ile iletişime geçti.
- Birisini çağırdım, birkaç dakikaya kalmaz gelir. Ona verirsin mektuplarını.
- Degli Liberta kampı dediğin şu ilerideki köy mü?
- Orası orası... Zamanında Marksistler Kıbrıs hayatını fazla “kapitalist” bulunca Kanlıdere’nin yanında bir köye yerleştiler, sonra da Degli Liberta sahiplendi köylerini. Ondan dolayı kamp denir buraya.
- Ne garip... Acaba nasıl yaşıyorlar burada?
- Nasıl olsun? Hep beraber aynı anda gözlerini açarlar, hep beraber çalışırlar, hep beraber yemek yerler. Bir kere ziyaret ettiğimde bayağı şaşırmıştım doğrusu, birbirlerinin düşüncelerini dahi okuyabilir hale gelmişler.
- Anarres gibi yani.
- O ne be?
- Bir roman vardı ya...
- Bilmem onu ben.
- Neyse... Birden aklıma geldi işte. Bu gelen nasıl birisi?
- Adı mıdır kod adı mı bilemem, Allegron Boidau diye birisi...
- İsmini sormadım ki ben?
Kız alt dudağını muzipçe bir hisle ısırdı.
- Ukalalık etme, önce lafımı tamamlayayım. Bu adamı ben normalde sevmem, hiçbir Karagülcü de sevmez zaten. Başımıza çok bela olmuştu, çifte ajanlığından çok çektik. Ama tabii... İçten içe gerçek bir Anarşist, kendi fikrince doğru olanı yaptı. Farklı perspektiflerden baksak da onun Anarşizm inancına güveniyorum ben, benim işimi en iyi o yapabilir.
- Nasıl bir iş bu?
- Suikast... Karagül’ün şu an ki liderini ortadan kaldırmamız gerekiyor.
- Aaa... Neden ki?
- Şimdi Melek... Karagül bana göre gerçek amaçlarını kaybetti ve kokuşmaya başladı. Artık Kıbrıs Birliği gibi şeylerden konuşuluyor. Milliyetçilikten ve ırkçılıktan nefret ederim, yanlış anlama. Rumlardan rahatsız olacak adam değilim. Karagül'e katılan çok Rum var ve benim tek umursadığım şey samimi birer Anarşist olup olmadıkları. Ancak Grejuva Cryogenic bağlantılı bir örgüt ve hiç de göründüğü gibi masum değiller.
- Cryogenic dediğin şey..?
- Cryogenic'i bilmiyor musun?
- Pek bilmiyorum.
- Olabilir tabii, kabinde ne öğrendiğini bilmiyorum ben de. Bak şimdi... Cryogenic bütün dünyayı kontrolüne almış bir şirket. Bunu yaparken de devletleri ve Birleşmiş Milletleri kullandı. Bugün Amerika’yı tamamen, Sahra altı Afrikasını ve Güney Asya’yı hâlâ daha devletler eliyle kontrol ederler. Teknolojileri çok gelişmiştir. İlk beyin çipleri, askerî protezler falan tamamen Cryogenic’in eseridir. Taktikleri çok basitti, devletler arasında savaşlar çıkartırlar ve kendi ürettikleri silahları fahiş paralara satarak devletleri kendilerine borçlandırdılar. Sonra da bu borçların karşılığında devletlerde kendilerine özgü yapılar kurdurup defacto olarak kontrolü kendi ellerine aldılar. Bu Mavi Komünizm’e kadar böyle sürüyor. Mavi Komünist devletler ile Cryogenic devletleri uzun süreli bir savaşa giriyor ve iki taraf da birbirini yenemediği için dünya buraya kadar geliyor.
- Sonradan ortaya çıkan Mavi Komünistlerin teknolojisi Cryogenic kadar ileri mi?
- Mavi Komünistlerin arkasında Vesta var, biliyorsun. Şu senin ortadan kaldıracağın kilit yapı yani. Bütün Mavi Komünist devletlerin stratejileri Vesta tarafından atanır ve burada varsayımsal hesaplamalar yapılır. Görünmezlik de bir Vesta buluşu ve bu sayede Cryogenic’i püskürttüler.
- Görünmezlik mi? Ciddi misin?
- Büyük olay. Birleşmiş Milletler orduları Sibirya’dan Moskova’ya girdiğinde görünmez askerler çıktı karşılarına ve Alaska’ya kadar ilerledi Ruslar. Yoksa bugün ne Mavi Komünizm olurdu ne de Anarşizm.
- Grejuva'nın Cryogenic bağlantısı nedir peki?
- Mavi Devrim öncesi Türkiye Cumhuriyeti bazı imtiyazlar karşılığında Kıbrıs’tan askerlerini geri çekeceğini ilan etmişti. Askerler çekilince KKTC feshedildi ve yerine sözleşme gereği yerine Birleşmiş Milletler kontrolünde özerk bir Türk bölgesi kuruldu. Bu özerk bölgenin sahibi kağıt üstünde Kıbrıs Cumhuriyetiydi ancak ne Rumlar ne de Türkler kuzeyi kullanamadı. Rumlar polis bile sokamazken Cryogenic burayı Akdeniz'in ortasındaki askerî bir karakol gibi kullandı. Grejuva da tam böyle bir ortamda ortaya çıkan bir sağ partisi.
- Nasıl sağ parti?
- Şöyle ki... Türkiye’yi kuzeyi işgal etmekle suçladılar ve Cryogenic’ten Türkiye’ye karşı silah satın aldılar. Biliyorsun Cryogenic stratejisini. Hem Yunanlar hem Rumlar hem de Türkler Cryogenic silahlarına deli gibi borçlandılar. Sonu savaş olacaktı. Ancak önce Türkiye'deki Mavi Devrim, bir de bizim Karagül devrimi her şeyi değiştiriyor. Türkiye, her Mavi Komünist devlet gibi Birleşmiş Milletlerden çekiliyor ve bir yandan Industriell Herde diğer yandan Mavi Türkiye'nin desteği ile biz de yeraltından çıkıp Kuzey Kıbrıs'tan Birleşmiş Milleti kovuyoruz. Şimdi olay şu... Grejuva partisine göre hâlen daha Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzeyin gerçek sahibi ve Cryogenic silahları kullanıyorlar. Nasıl birleşeceğiz ve yetkileri Kıbrıs Cumhuriyeti’ne teslim edeceğiz?
- Karagülcüler bunu neden istiyor peki?
- Neden olacak? Gerçek birer Anarşist olmadıklarından. Karagül'ün yöneticilerinin tek hedefi zengin olmaktır. Onlara göre Anarşi çoktan ilân edildi, yumuşak güç ile zenginlikleri ele geçirerek dünyayı bizden taraf olmaya yönlendirmemiz gerekiyor. Grejuva ile birleşirsek eğer hem Cryogenic dünyasıyla hem de Anarşist dünyasıyla ticaret bağlantısı olacak Karagül’ün. Cryogenic bizi ele geçirmek için her şeyi yapacaktır... Bana kalırsa Karagül ismi tamamen silinip gidecek. Bu adamlarla olmaz. Gerçek Anarşizm'i savunmaya devam etmek için Karagül’ün şu anki bütün yönetici takımı ortadan kalkmalı, benim liderliğimde güneyi de ele geçirmeliyiz.
- Nasıl yapacağız bunu?
- Önce Karagül’ün lideri... Allegron'un onu öldürmesine kimse şaşırmaz, her zaman şüphelenilen bir adamdır. O bir şekilde kaçar, kimse de benden şüphe etmez. Sonra gerisini teker teker ben öldüreceğim.
Konuyu anlamıştı. En azından öyle olduğunu düşünüyordu. Bu yeni bilgiler onun zihnindeki dünya haritasını da epey genişletmişti de üstelik. Ancak... kafasında oturmayan bir şey vardı, o da Degli Liberta’ bu dünyadaki yeri.
- Heralga... Şu Degli Liberta Komünist değil mi?
- Evet.
- Mavi Komünistler gibi yani?
- Yani çok değil de... Sayılır.
Önce Cryogenic vardı, sonra Mavi Komünistler onlara karşı koydu ve en sonunda da Anarşistler ortaya çıktı. Bu üç farklı fraksiyon birbiriyle ne ticaret yapardı ne de iletişim kurardı. Zamanında Cryogenic ile olduğu gibi Anarşistlerle Mavi Komünistler de çokça savaşmışlardı ancak nihayet barışa varmışlardı. Zira esas düşman üçüncü fraksiyon yani Cryogenic fraksiyonu idi.
- Farkları ne ki? Yani neden Mavi Komünistlere katılmadılar da onlara karşı savaştılar?
- Bana sorarsan hiçbir farkları yok, iki taraf da birey üzerinde tahakküm kuruyor.
- Sahi, hiç mi farkları yok?
- Bana göre yok. Ama onlara göre çok fark var. Onların diliyle konuşursam... Şöyle anlatabilirim. Mavilerin ilk hedefi refahı sağlamaktır. Bunun için robotik teknolojilerine çok fazla yatırım yaparlar ve bir Mavi Komünizm vatandaşı hiçbir iş yapmadan yaşayabilir. Sadece Türkiye'de "Vatana hizmet" denen bir şey vardır, insanlar sanatla veyahut bilimle ilgilenir. Rusya'da ve Orta Asya'da buna yapmana bile gerek yoktur, sadece yaşayabilirsin. Degli Liberta'nın üretim bu kadar gelişmiş değildir, hatta epey ilkeldir. Onlara göre robotik üretim bir teknokratlar sınıfını doğurur ve insanları yine bir tahakküm altına alır. Ama onların da tahakkümleri vardır. Komün dili dedikleri İtalyanca'dan bozma bir dili konuşmak zorundadırlar ve bir komüncü tek tip kıyafet giyip tek tip traş olmalıdır. Yani ikisi de tahakkümcü... Ama Degli Liberta’da komünü terk etme hakkı da vardır. Mavilerde o hak yoktur mesela, devlet için besler sen de devlet için ölürsün.
Batı Anarşistleri bloğunda Karagül ve Degli Liberta dışında bir örgüt daha var ki o da Industriell Herde. Bu bilgi Xea'nın zihninde kabin zamanı belirmişti. Avrupa'nın kuzeyi Industriell Herde'nin, güneyi ise Degli Liberta'nın. Degli Liberta’nın Anarşizm anlayışı tamamen kollektifti, Karagül ise saf Anarşizm üzerine bir öğreti kurmuştu. Ama Kuzey Avrupa örgütü tamamen eksikti
- Industriell Herde peki? Onlar mı komüncü?
- Yok... Değiller. Onların Anarşizm anlayışları çok hümaniteryen. Karagül'ün savaş doktrini Anarşizm’i kabul etmeyenleri yok etmek üzerinedir. Yani ele geçirdiğimiz yerde devletçilik oynayan aşiretleri, tarikâtları ve ağaları kabul etmeyiz biz. Degli Liberta’da bizle aynı anlayıştadır. Industriell Herde ise ele geçirdiği bölgelerdeki mikro yönetimleri kabul eder, iç yönetimlerine karışmaz. Derler ki üst devletin var olmaması alt devletlerin de imha edilmesi gerektiğini göstermez. Ama bana bu da sürdürülemez geliyor. Böyle ne Anarşi’yi tesis edersin ne de sana karşı gelecek bir şeyi önleyebilirsin.
Xea bir yorumda bulunmadı. Dediklerine karşı çıkacak ya da destekleyecek bilgi birikimine sahip değildi. Ki sahip olsada Heralga propaganda mantığı ile düşünen bir adamdı. Onunla bilgisi olsa bile tartışabileceğini düşünmüyordu, ondan sadece fikir almak gerekirdi. Sustu. Öyle boş boş beklerken ilerideki köyü inceledi. Degli Liberta kampı tam da orasıydı işte. Bu devre göre çok ilkel ve fakir görünüyordu. Bir süre oradaki çiftlikleri ve perişan insanları inceledi... Hiç susmayacağını bile bile Heralga’ya sordu:
- Degli Liberta’nın şu önümüzdeki kampı için ne diyorsun? Maviler ile kıyasladın, bir de Karagül ile kıyasla.
- Diğer kampları bilemem de bu kampın insanları tam bir sefalet içinde. Bir ayağı şehirde olan Kıbrıs köylüsü zenginleşirken bunlar binbir perişanlıkla geçinmeye çalışıyorlar.
- Niye peki? Akılsız olduklarından mı yoksa üretimin ilkelliğinden mi?
- Akılsızlık değil. Üretim de değil mesele. Her şeyin idealinin belirlendiği tasarlanmış yapay bir hayata hayranlıkları onları bu kampta tutuyor. Kıbrıs köylüsünün yaşadığı o düzensiz ve spontane yaşantıdan hiç hazzetmezler. Her şey önceden kurgulanmış, tasarlanmış ve daima doğru olmalıdır onlar için. Sabah hep beraber belli bir saatte kalkıp planlanmış bir sisteme göre o günlerini geçirmeliler.
- Bundaki kusur ne peki? Yani zeki insanlar en doğru şeylere göre bir plan yapmışlarsa, bunda kusur nedir?
Heralga ayağıyla bir taşı tekmeledi ve ileriye doğru nasıl zıpladığını izledi. Xea'nın dikkati de o taşa kaydı. Bu sayede aklındakileri toplamak için kendisine fırsat tanıdı.
- Daimi doğrulara dayalı bir sistem kuramazsın çünkü doğada doğrular her an değişir. Doğaya hükmetmenin yolu kesin doğrulara saplanmak değil, adapte olmaktır. Ancak bunlar onu görmez. Zira tasarımlar için hiçbir şey değişmez, doğrular aynı kalır ve doğa hep sabittir. Bu yüzden daimi doğrulara inanırlar. Her zaman bahardır bunlar için, ne yaz olur ne de kış. Bu sabit doğruluk algısına dayanır fikirlerinin tamamı. Açık konuşmak gerekirse bir tuzaktır bu.
- Nasıl bir tuzak?
- Bu tasarımlar dünyası en nihayetinde hiçbir zaman sorgulanmayacak bir tasarımcılar sınıfı yaratır. Onlar büyük tasarımcılar olarak her şeye tepeden bakar ve o perspektifte sana da en fazla bir çiftlikteki davar kadar rol biçerler. Sen de pratik faydalara kanar, aşağılık pozisyonunda yaşamayı kabul edersin. Çünkü kibirli tasarımcılar sorgulanamaz. Elbette ki yalnızca Degli Liberta değil, bütün insanlık bu tuzakla baş başadır. Anarşizm’in ilanı da bizzat bununla alakalı.
- Peki ya Anarşizm, insanının uyanışı mıdır?
- Anarşizm elbette ki bir uyanıştır, Melek. Ancak şu an bir uyanış görmüyorum. Industriell Herde de Degli Liberta da benim için geçici yapılar. Anarşizm, ortada bir tasarımcılar sınıfı kalmadığı için taraftar buldu aslında. Sonra ortaya bir tasarımcılar sınıfı çıkınca yine devlet ilan edilecektir. Hatta şu iki anarşist örgütün eliyle kurulacağına yüzde yüz eminim. Akıl ve mantığa tapınmaya devam ettikleri sürece tasarımcılar sınıfına mahkumdurlar. Zira akıl ve mantık sana koşulların boyundurluğuna girmeyi öğretir. Koşulları sen belirlersen akıl da mantık da sana hizmet eder, bu fayda zarar meselesi değil sonuna kadar direnilmesi gereken bir varoluş meselesidir. Bana göre Karagül tek ve gerçek Anarşist örgüttür, bizde doğrular ve kendiliğinden olana karşı çıkan bir ahlak yok. Vahşet, var olması gerekiyorsa var olmalıdır. Ama işte... Ucuz davalar peşinde kendi kimliğimizi yitirdik.
Onlar konuşmaya dalmışken tahılların arasında bir siborg bedeni göründü. Yüzü tam görünmüyordu o mesafeden ancak ay ışığının altında kalın kızıl saçları ve sakalları parlamıştı. Yaklaştıkça uzun ve köşeli alafranga yüzünü tanıdılar. Sonra yanlarına gelene dek kısaca onun hayatı hakkında bir şeyler anlattı Xea’ya. Strasbourg’da doğmuştu, ancak Fransa’daki Hristiyan fanatiklerin ilan ettiği “Nouvelle Révolution”dan sonra ailesi Degli Liberta komünlerine katılmış ve komün kültürüyle İtalyanların arasında yetişmişti. Gençliğinde de örgütüne hizmet etmiş ve uğruna çeşitli coğrafyalarda çalışmıştı.
Biraz yürüdükten sonra onları bir çardağa götürdü ve bir süre Mesarya’nın kurak poyrazı altında sohbet ettiler. Bu tatlı çay muhabbeti uzayabilirdi, ancak Heralga fazla uzatmadı:
- Şimdi... Ben sana Salvador diyeceğim, sen de kimden bahsettiğimi anlayacaksın. Daha önce bahsettiğim gibi. Tamam mı?
Allegron başını salladı ve bakımsızlıktan halata benzeyen kıvırcık uzun saçları da beraberinde havalandı.
- Tamam... Bu konuşmadan nefret ediyorum ama... Komün ne kadar para alacağımı sormamı istiyor. ...lar... İstiyorlar...
Allegron'un Türkçesi iyiydi ama... Çoğul eklerini kullanırken sürekli karıştırıyordu. Degli Liberta’nın komün dilinde çoğulluk yoktur, bir şeyin çok olduğunu belirtmek için konuşurken seslerini yükseltirler ve yazı dilinde kelimenin altına yan yatmış bir ünlem koyarlar. Allegron Türkçe'de de aynı mantığı kullanıyordu ve az çok neyi kastettiği zaten anlaşılıyordu.
- ...dörtyüz gümüşe razı mısın?
Anarşistler doğal madenleri kullanırdı ve her örgüt kendi parasını basıp dağıtıyordu. Merkezi bir para sistemi kuracak gerekli bürokrasiyi zaten reddetmişlerdi, siber bir paraya da sürekli erişecek kapsamlı bir ağları da yoktu. Bundan dolayı ellerinde bolca maden tutuyorlardı. Bu maden paralar dünyanın her yerinde geçerli olsa da ulaşmak zor olduğu için tüccarlar çoğu zaman takasla ticaret ediyordu.
- Fazla. İki yüz verebilirim.
- Tamam zaten burada konu para değil. Nasıl yapacağım bu işi?
- Senin aklında bir şey yok mu?
- Beş kilometre öteden vurabilecek nişancılarım var.
- Salvador'u açık hedef olarak görmen epey zor. Helikopter falan uçurmamız lazım... Daha zekice bir plan bulman lazım.
- Bunu düşüneceğim.
- Bak dostum, bir daha seni görmeye buralara gelmem. Bana planını şimdi anlat. Ben de hazırlığımı yapayım. Salvador'u öldürmen gerektiğini ilk kez duymadın, değil mi?
- Duymadım ama nişancı ile öldürmeyi yeterli zannetmiştim.
- Ah be...
- Bak, bana bir fikir ver... Ben de yapayım. Ben mi biliyorum sizin kompleksi? Bende adam bol, insan bol. Sen de bana ne yapmam gerektiğini söyleyeceksin.
Kızıl sakallı’nın aklına bir fikir geldi ve gökyüzüne doğru bakarken hafifçe gülümsedi.
- Bak ne diyeceğim... Harika bir fikrim var. Bir parti düzenleyeceksin... İşçi alımını düzenleyecek kişi de sorumsuzlukla itham edilebilecek biri olsun. Beni içeri sok ve işi bana bırak.
- Güzel plan. Peki ya neyin partisi olacak bu?
- Karagül'ü tanıyan sensin. Karagül'ün önemli günleri neyse onlardan birisini seç...
- Hmm... Tamam be tamam! On gün sonra Kıbrıs'a gelmemizin ilk kez gelmemizin yıldönümü. Bu sefer kutlamayı biraz büyütürüz, örgütteki morali yükseltmek için böyle bir şey yaptık deriz ve büyük ihtimal kutlanır. Bence olabilir... Bizim örgüt zaten eğlenmeye yer alıyor. Hiç de göze batacağını zannetmiyorum.
- Tamam öyleyse. Sen yapman gerekeni biliyorsun.
Konu tamamlanınca Allegron bu çardak konuşmasını daha sürdürmedi ve koşar adımlarla geldiği yere döndü. Heralga’nın yüzünde bir ferahlanma vardı. Nihayet bitmişti. Bundan sonra planları tıkırında çalışacak ve Karagül parazitlerinden kurtulacaktı.