Gösterişli Dereboyu Caddesi hareketli bir akşama daha hazırlanıyordu. Bu rengarenk müesseselerin garsonları, ahçıları ve diğer çalışanları asker misali bir disiplinle oradan oraya koşuşturuyordu. Dikkatli olmaları gerekirdi zira en ufak hatalarının affı yoktu, işlerini kaybedip yeraltı hayatına dönmeleri gerekirdi. Aslında yeraltı hayatında pek bir şey yoktu ancak bu zavallı hizmetkârlar öyle korkutulmuştu ki yeraltında çalışmaya cesaretleri yoktu, kusursuzluklar dünyasında çürüyüp yok olmaya razılardı.

Bu kusursuz caddesinin buralarda pek benzeri yoktu. Her şey şahaneydi. Müşteriler, garsonlar, çalışanlar... Öyle şahanelerdi ki konuşmalarında, kıyafetlerinde veyahut tavırlarında hiçbir kusur yoktu. Ancak tanrıların katından inmiş gibi görünen bu yüce insanların dünyası öyle küçük ve monotondu ki yaşantıları küçük bir fanusun içinde dönüp duran Japon balıklarına benzerdi. Hep aynı şeyleri yer, hep aynı şeyleri konuşur ve her gün aynı şeyleri yapıp dururlardı. Bu yüzden aslında yaşantıları onları hiç tatmin etmiyordu, belli ki tatmin de olamayacaklardı çünkü kendi hallerinin farkına varamayacak kadar uyuşmuşlardı.

Bu caddeye insanlar nasıl geliyordu? Parası olan özel helikopterleriyle geliyordu. Karagül’den sonra yollar hem harabe hem de tehlikeli olduğundan hemen hemen her zenginin bir helikoperi vardı. Peki ya işçiler? Onlar yeraltındaki mütevazı “Köşklüçiftlik” isimli duraktan gelirdi. Yük vagonlarıyla işçiler Mağusa’dan gelir, sonra da sabahın ilk ışıklarıyla da geri dönerlerdi. Xea da orada, karanlıkların içerisinde gizlenerek Heralga’yı bekledi. İnsanları izledi, Kıbrıs’ın her bir zerresine sirayet etmiş ikiliğinin öbür tarafını gördü. Özgür insanların karşısındaki esirler... Nicesi... Sıra sıra... Beklemekten çok da hoşlanmadığına karar verdi. Somutluğun renklerini gördükçe bir yerde atıl ve sabit kalmak artık onda bir şeyleri kaçırdığı hissini veriyordu.

Onu yoran şey beklemek de değildi. Yeraltıydı. Yeraltı onun için sadece yeraltı değildi. Rutubetli havası bile ona Merih’i hatırlatıyordu. Son zamanlarında çok mu merhametsiz davranmıştı biçareye? Onu kendi deliğine terk edip gittiği gerçeği, yeraltının havasını soludukça yüreğine diken gibi saplanıyordu.

Heralga’yı görünce bu yüzden sevindi, kendisini o duygulardan alıp çıkarttığı için. Bir anda bir şeyden konuyu açıyordu ve kafası bambaşka yerlere gidiyordu. İçini sarmış olan o ağırlıktan böyle kurtuluyordu. Gerçi adamın ne anlattığını pek de dinlemiyordu. Sadece onun tavırlarındaki mükemelliğe odaklanıyordu. Kendisini tiyatrodaymış gibi olağanüstü bir gerçekçilikle ifade ediyor, ona göre davranıyordu. Belki şu hastalıkla alakalıdır. Kutsal Virüs insanı hislerinden ayıklayarak insanı yapması gerekene yönlendiriyordu. Böylece kişiyi mükemmelleştiriyordu. Peki ya ne için? Yani bu virüs yayılırsa ne geçerdi hiyerarşinin eline? Sonra uyandı sorunun cevabına, kusursuz hizmetkârlar elde edecekti elbette. Kusursuz ancak hizmetkârlara gerekiyordu. Heralga da bir hizmetkâr değil miydi nihayetinde? Belki hiyerarşinin tarafına değil, ancak kendi inşa ettiği örgüte hizmet ediyordu.

Heralga’nın homurtusunu duyunca başını kaldırdı. Tren gelmişti. Paslı ve sevimsiz bir tren... Heralga kapıyı sertçe ittirince basamakları tırmanıp içeri girince tren ağır ağır hareketlendi. İçeride oturacak bir yer yoktu, yalnızca çeşit çeşit yükler vardı. Xea da sağlamlığından emin olduğu bir kolinin tepesine tırmanıp oturdu. Tren gürültüyle sarsılmasına rağmen pek hızlı değildi. Vurgulamak lazım, gerçekten gürültülüydü. Üstelik ne hikmetse bütün gürültüsü içeri patlıyordu. Heralga’yı huysuz etti bu rezillik. Yanlış vagona mı binmişlerdi acaba?

Bir süre Heralga sinirinden Xea da şokundan bir şey diyemedi. Saniye saniye delikten sızan ışıklarla bozulan karanlığın içinde öylece oturdular. Xea yine düşüncelerine döndü... Ama bu sefer Heralga'nın gözlerini düşündü. Böyle bir anda bile Heralga'nın o karanlığın ortasında güneş gözlüklerini takması tuhaftı. Güneş gözlüğü de denemez. Göz çukurunu kapatan kırmızı camlar... Neden sürekli bu camları taktığını bu sefer epey merak etti..

Heralga dalgınca cevap verdi:

Anlatmaya üşendi, camları çıkarttı. Tuhaf ve ürkünç bir sahneydi. Gözlerinin yerinde hareketli, hologram gibi şeritler vardı. Bir süre incelemeye çalıştı. Her siborgda biraz biraz olan göz parlaması Heralga’da da olduğundan hemen gözleri kamaştı, fazla inceleyemedi.

Heralga gözlerini tekrar camlarla kapattı ve muzipçe güldü.

Xea'nın soracak soruları vardı ancak tren öyle bir gürültüyle yankılandı ki birbirlerinin sesini dahi duyamadılar. Gürültü dindiğinde ise varmaları gereken yere vardıklarından soracağı sorular uçtu gitti.

Mesarya’da olmak 2084 yılı için çok farklı bir histi. Yeryüzünün kalabalığı gökyüzüne göç etmiş ve yeryüzünde kadife gibi parlayan buğday tarlaları ile birkaç ev kalmıştı. Hepsi bu kadar. Boşluk... Xea’nın cennetiydi. O ilk doğduğu andan itibaren her tarafta iç içe girmiş bir karmaşa görmüştü sadece. Her yerde insan görmüştü, ışıklı tabelalarla karşılaşmıştı, kesintisiz bir uğultuyu duymuştu. İster istemez gözünden bir yaş döküldü, böyle bir huzur onda çok güçlü hisler yaratmıştı.

Xea her şeyi unutup Dolunay'ın ışığından kaçıp gökyüzüne serilmiş sayısız yıldıza incelerken Heralga da LoRa ile Beşparmak’ın eteğindeki dağ ile iletişime geçti.

Kız alt dudağını muzipçe bir hisle ısırdı.

Konuyu anlamıştı. En azından öyle olduğunu düşünüyordu. Bu yeni bilgiler onun zihnindeki dünya haritasını da epey genişletmişti de üstelik. Ancak... kafasında oturmayan bir şey vardı, o da Degli Liberta’ bu dünyadaki yeri.

Önce Cryogenic vardı, sonra Mavi Komünistler onlara karşı koydu ve en sonunda da Anarşistler ortaya çıktı. Bu üç farklı fraksiyon birbiriyle ne ticaret yapardı ne de iletişim kurardı. Zamanında Cryogenic ile olduğu gibi Anarşistlerle Mavi Komünistler de çokça savaşmışlardı ancak nihayet barışa varmışlardı. Zira esas düşman üçüncü fraksiyon yani Cryogenic fraksiyonu idi.

Batı Anarşistleri bloğunda Karagül ve Degli Liberta dışında bir örgüt daha var ki o da Industriell Herde. Bu bilgi Xea'nın zihninde kabin zamanı belirmişti. Avrupa'nın kuzeyi Industriell Herde'nin, güneyi ise Degli Liberta'nın. Degli Liberta’nın Anarşizm anlayışı tamamen kollektifti, Karagül ise saf Anarşizm üzerine bir öğreti kurmuştu. Ama Kuzey Avrupa örgütü tamamen eksikti

Xea bir yorumda bulunmadı. Dediklerine karşı çıkacak ya da destekleyecek bilgi birikimine sahip değildi. Ki sahip olsada Heralga propaganda mantığı ile düşünen bir adamdı. Onunla bilgisi olsa bile tartışabileceğini düşünmüyordu, ondan sadece fikir almak gerekirdi. Sustu. Öyle boş boş beklerken ilerideki köyü inceledi. Degli Liberta kampı tam da orasıydı işte. Bu devre göre çok ilkel ve fakir görünüyordu. Bir süre oradaki çiftlikleri ve perişan insanları inceledi... Hiç susmayacağını bile bile Heralga’ya sordu:

Heralga ayağıyla bir taşı tekmeledi ve ileriye doğru nasıl zıpladığını izledi. Xea'nın dikkati de o taşa kaydı. Bu sayede aklındakileri toplamak için kendisine fırsat tanıdı.

Onlar konuşmaya dalmışken tahılların arasında bir siborg bedeni göründü. Yüzü tam görünmüyordu o mesafeden ancak ay ışığının altında kalın kızıl saçları ve sakalları parlamıştı. Yaklaştıkça uzun ve köşeli alafranga yüzünü tanıdılar. Sonra yanlarına gelene dek kısaca onun hayatı hakkında bir şeyler anlattı Xea’ya. Strasbourg’da doğmuştu, ancak Fransa’daki Hristiyan fanatiklerin ilan ettiği “Nouvelle Révolution”dan sonra ailesi Degli Liberta komünlerine katılmış ve komün kültürüyle İtalyanların arasında yetişmişti. Gençliğinde de örgütüne hizmet etmiş ve uğruna çeşitli coğrafyalarda çalışmıştı.

Biraz yürüdükten sonra onları bir çardağa götürdü ve bir süre Mesarya’nın kurak poyrazı altında sohbet ettiler. Bu tatlı çay muhabbeti uzayabilirdi, ancak Heralga fazla uzatmadı:

Allegron başını salladı ve bakımsızlıktan halata benzeyen kıvırcık uzun saçları da beraberinde havalandı.

Allegron'un Türkçesi iyiydi ama... Çoğul eklerini kullanırken sürekli karıştırıyordu. Degli Liberta’nın komün dilinde çoğulluk yoktur, bir şeyin çok olduğunu belirtmek için konuşurken seslerini yükseltirler ve yazı dilinde kelimenin altına yan yatmış bir ünlem koyarlar. Allegron Türkçe'de de aynı mantığı kullanıyordu ve az çok neyi kastettiği zaten anlaşılıyordu.

Anarşistler doğal madenleri kullanırdı ve her örgüt kendi parasını basıp dağıtıyordu. Merkezi bir para sistemi kuracak gerekli bürokrasiyi zaten reddetmişlerdi, siber bir paraya da sürekli erişecek kapsamlı bir ağları da yoktu. Bundan dolayı ellerinde bolca maden tutuyorlardı. Bu maden paralar dünyanın her yerinde geçerli olsa da ulaşmak zor olduğu için tüccarlar çoğu zaman takasla ticaret ediyordu.

Kızıl sakallı’nın aklına bir fikir geldi ve gökyüzüne doğru bakarken hafifçe gülümsedi.

Konu tamamlanınca Allegron bu çardak konuşmasını daha sürdürmedi ve koşar adımlarla geldiği yere döndü. Heralga’nın yüzünde bir ferahlanma vardı. Nihayet bitmişti. Bundan sonra planları tıkırında çalışacak ve Karagül parazitlerinden kurtulacaktı.