Yeraltının yüzlerce kat altındaki bu laboratuvar düzensiz seslerle eşlik eden parlak ışıklarla doluydu. Bunlar deneylerin neticesinde ortaya çıkan verilerdi. Bütün bu deneylerin sonuçları sıkıştırılmadan saklanamayacağından laboratuvarı yöneten yapay zekâ görünür renk skalasının ötesindeki renklerin de dahil olduğu renkler üzerinden kendisine farklı tarzda sıkıştırma algoritması yaratmıştı. Seslerin görevi de renklerin geçerliliğini doğrulamaktı. Sesler çoğunlukla gözardı edilse de seslerin ciddi kısmı örtüşmezse bu yapay zeka bazı hataların gerçekleştiğini anlıyordu.
Duvarlar kıskaçlar, yerler ise kurumuş kanla doluydu. Burada dünyanın hiçbir yerinde tuhaf canlı türleri yaratılıp üstünde çeşitli deneyler yapıyordu. Görüntüde canlı oldukları dahi anlaşılamayan mahlukatların ortak özelliği genetik açıdan insana benzemesiydi. Hedef insanın ölümsüzlüğünü bulmaktı, bu amaç için hayvanlar üzerinde deney yapmak insanlardan hem daha ucuz hem de daha kabul edilebilirdi.
Tabii, bunca yaratığın yanında burada üretilen yapay bir insan da vardı. Evet, insan. Android değil, siborg değil, baştan aşağıya tamamen organik insan. Deney için değildi, özel istek üzerine üretiliyordu. İçinde bulunduğu su dolu kabinde olgunlaşmış, beynine yollanan mesajlarla dünyaya hazırlanmıştı. Fenotip olarak yirmili yaşlarında görünüyordu ki bu daha da gelişemeyeceğinin işaretiydi.
O zaman doğmanın vakti gelmiş demekti. Su dolu kabin açıldı, içindeki su odanın zeminini oluşturan ızgaraya döküldü, içinden çıkan kadın da yoğunluğu yüksek olan suyla birlikte dışarıya savruldu. Bütün bu sarsıntıya rağmen uyanmamıştı. Beklenen bir durumdu. Yapay zekâ, içi metilfenidat dolu şırıngayı kıskaçlarıyla alıp kadının damarına boşaltı. Bu madde, kadının henüz uyku kadar bile canlı olmayan zihin aleminde uyanıklık yaratmıştı ancak yine uyandırmaya yetmemişti. Yapay zekâ, bu sefer kadının şakaklarına elektrotları bağlayıp ve beynine 6 saniye boyunca yüksek gerilimli elektrik verdi. Bu elektrik şoku, nihayetinde onu uyandırabilmişti.
Elektroşoku da acısını da hatırlamıyordu, tek bildiği şey uyanmadan önceki durağan bütünlükten ibaretti. Ona göre her şey aniden olup bitmişti. Sonsuz zannetti o hâl sona ermiş ve bilinci, sürekli hareketlilikler dünyasına dâhil olmuştu. Burayı biliyordu, ancak fark etmemişti. Karanlık oda, kıskaçlar, siyah zemin... 2084 yılının Mart ayının 13. gününün 22. saatinin 15. dakikasında uyanmıştı, bu onun doğum tarihi denebilirdi.
- Sen...
Oda davudi tondaki sesle yankılandı. Tıpkı insan sesi gibi... Başını çevirip etrafına baktı ancak ortada kimse yoktu. Bu ses yapay zekânın sesi olmalıydı. Varlığını bildiği ancak hiçbir zaman ispatlayamayacağına inandığı yapay zekânın sesi... Tekrar seslendi o davudi ses:
- İyi misin?
Kadının ağzından kesik nefeslerden başka ses duyulmadı. Hiç hareket ettirmediği kasları kaskatı kesilmişti ve ağrıyordu.
- Beni duyuyor musun?
- Sen neredesin?
En sonunda ağzından bir cümle çıkabildi. Önce kendi sesinin tınısına şaşırdı, sonra da yankısını dinledi. Kendine aitti demek... O duyduğu sese değil... Kendiliğinden çıkıvermişti işte böyle. Ve hoşuna da gitmişti bu tını; içini harıl harıl eden o kor, sedasının tazeliği ve güzelliği karşısında yaprak döken çiçekler gibi solmuştu. Kendisine uzanan kıskaçtan destek alarak ayağa kalktı, ağrıyan kaslarına rağmen bunu yapabilmişti.
- Beni göremezsin.
- Neden?
- Ben senin gibi bedene bağlı değilim. Sadece bir yapay zekayım.
- Peki ben?
- İnsansın, insan... Yapay bir insan. Tasarlandın, hızlıca geliştin ve gözlerini açtın. Yine de özgür iradeye ve aynı zamanda iç dünyaya sahipsin. Normal bir insandan farkın yok aslında, ama tasarlandın.
Cevap vermedi, sadece zemindeki siyah beyaz karo taşlarına bakındı. Ne cevap verebilirdi ki? Daha “Tasarlandın” kelimesi ile neyin kast edildiğini anlamamıştı.
- Xea...
- Ne?
- Xea, sensin. Senin adın. Şimdi beni dinle, Xea...
Sadece başını salladı, bu yapay zeka için yeterliydi.
- Heralga ismindeki adamı bulmalısın. Karagül’ün baş komutanıdır, rejenerasyon sayesinde yaşından genç görünür, aslında yaşlıdır. Ortaköy’deki köşkünde ikamet eder.
- Karagül nedir? Heralga kim?
- Heralga... Senin tasarlayan adam. Karagül ise uğruna çalışacağın örgüt.
- Nasıl çalışmak?
- Xea, ben cümle kurmakta usta değilim. Sadece deneyler yapar ve bunları işlerim. Sana cevap vermek, benim tasarımın dışında. Şimdi çık, bu soruların cevaplarını kendin keşfet.
Aniden bütün ışıklar söndü. Xea gözünün önünü göremez oldu. Yoksa uyanmadan önceki hâline mi geri dönmüştü?
Hayır. Sadece önündeki kapı açıldı ve ardındaki koridor ışıklarla aydınlandı.
- Işıkları takip et, ilerideki masada Karagül'ün f-sekiz-f-beş-yirmi yedi kodlu renkli üniformasını bulacaksın. Onu giy, sonra ışıklar sana tesisin çıkışını gösterecek. Oradan sonra Heralga’yı kendi arayacaksın, ben olmayacağım. Yapabileceğim bütün yardım bu.
Xea, etrafına dikkatlice baktı. Burası doğduğu yerdi. Kıskaçlar dışında pek şey yoktu, o yüzden sıkıldı ve başka şeyler keşfetmek istedi. Duvarlardan ve kıskaçlardan destek alarak yürümeye başladı...